Hiç aklında yokken gelir aslında ‘gelecek’… Gelecek olan
herşeye açık olmak; gidecek olanları selamlamak ve kalacak olanlarla devam
etmek… Herşey; bir ‘-ecek/-acak’ hesaplaşması. Arkana yaslanıp, açıyorsun
hayatının filmini; akıp giderken kum saati…
Geleceği oluştururken; geçmişe bağlı kalmış ruhlarımızın
zincirlerini sıkıca elimizde tutmaktan açıldı aslında onca yara… Onca üzeri
kabuk bağlamaya çalışan ve kanadıkça kanayan yara… Özgür bırak ruhunun
zincirlerini ve dön sırtını yalnızlığa. Ne kadar tedavülden kaldırdığın kelime
varsa; bırak mazgallardan aşağıya… Karanlığa ve sonsuzluğa… Bunu yapmak
imkânsız gibi geldiğinde; gölgede kalıyor her bir inilti… Yetim kalan sözcükler
ise tamamlıyor geleceği…
Acıma ve acı duyma!
Dökmeye çalışırken kelimeleri, mazgalların arasına sıkışıyor
baş parmağınla işaret parmağın. Diğer elin müdahalesi ile üçüncü parmak da
sıkışıp kalıyor pas tutmuş mazgalın parmaklıklarına… Bırakmaya çalıştıkça; ilk
önce diğer parmaklar, ardından eller sıkışıyor ve kurtarmaya çalışırken sağ
eli, kırılıyor bir zeytin ağacının çürük dalları gibi teker teker tüm parmaklar.
Kırılan sağ ele bakıyor ve korkuyor kırılan diğer tüm uzuvlar… Korkarak
öğreniyor gölgedeki uzuvlar ‘acı’yı. Ardından ‘acımadan’ kırılmayı ve öğrenmeyi…
Acımadan ve acı duymadan!
Kırıla kırıla gül, tüm kırıklara!
Kırılan parmakların acısı geçmeden, gelir şifâsı… Bu hep
böyledir. Ne kadar kırılırsa kırılsın, iyileşecektir. Kırıldığıyla kalan
uzuvlar, zamana meydan okuyacak ve daha da güçlü olacaktır. Kırıldığını
unutmadan, yoluna devam edecek ve karşısına çıkan her kırığa; gülecektir ‘kırıla
kırıla…’
Bir Cemal Süreya şiiri ise, dökecektir kırıkların ilk
alçısını…
“…Biz
kırıldık, daha da kırılırız.
Ama
katil de bilmiyor öldürdüğünü,
hırsız
da bilmiyor çaldığını.
Biz
yeni bir hayatın acemileriyiz…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder