4 Aralık 2016 Pazar

GINDIRIK BİR 'AY'

Üç yüz günden fazla bir süre geçmiş, geçen yıl kurduğun hayallerinin üzerinden… Bazen, birkaç saati bile saymaya çalışınca geçmiyor ya, üç yüz küsur gün geçmiş, pes!.. Geçiyor demek ki, bunun farkında olmasan da. Olsan da ne farkederdi ki zaten, hiç… Aralık ‘gındırıktan’ bakarken elindeki son kartına; hüzünle tebessüm ediyor. Elindeki bir sonraki kartı hazırlıyor bir yandan ve ‘yeni’ yıla birkaç hafta kala ‘yeni’ hesaplar yapıyor kimseye çaktırmadan!..

Zamansızlık ‘zamanı’

Solundaki kapıyı ‘gındırıp’ sana bakan ve bazen alaycı bir tavırla gülümseyen bir ‘aralık’ var orada. “Bu yıl, diğerlerinden daha güzel olsun…” gibi dileklerini koyduğun ‘sakgulli’nde bir önceki yılların küflenmiş, kokuşmuş ve rengi değişmiş anıların ve ümitlerinin son kullanma tarihi geçmedi mi? Tamamlayamadığın çoğu şeyin ‘zamansızlık’ adı altında kaçırdığının ne kadar farkındasın? Bir ayağı diğerlerinden hep daha kısa kalan masa, ne kadar daha altındaki kağıdın desteğiyle eşit durabilecek diğerleriyle? İşte, tam da şimdi, zamansızlık ‘zamanı’ o zaman…

Yine eskiyor yeni…

Ne yapmak lazım o ‘zaman’? El sallamak mı lazım ardında bir çok şeyi alıp giden ve ‘gındırık’tan bakan aralık ile iki bin on altıya, yoksa iki bin on yedinin, nelere şahit olacağını tahayyül etme zamanı mı şimdi? Herşey gibi, yıl da bitti bitiyor… Tükettiğimiz onca şeye, o da dahil oldu yine. Yeni, yine eskiyor. Eski, yine geride kalıyor ve gölgede kalan feslikanlar güneşi bekliyor. Sonra, gün yine ağarıyor ve gidiyor kapkara bulutlar başka başka diyarlara yağmur olup deli deli yağmaya…


Başka insanlara, başka ağaçlara ve bambaşka toza toprağa karışıyor, saçı başı ağarmış bulutların gözyaşları…

SEN ÇOCUKSUN, ANLAMAZSIN (!)


Yaşamımızın zaman tünelindeki boşluğa bırakınca kendimizi, hatırlamaktan rahatsız olacağımız bazı cümleler vardır. Özellikle biyolojik olarak bizden daha büyük bireylerin sıklıkla kulağımızın dibinde sarfettiği o cümlelerden biri mesela: “Çocuk aklınla büyüklerin işine karışma!” Biz büyük olduk da, çocuklardan neler öğrenemedik hâlen, kendimize hiç sorduk mu?..

Para üstü ve sakız

Bakkala ekmek almaya gitmenin en güzel yanıydı şüphesiz… Para üstünden kalacak birkaç kuruş ile sakız alacağını bilmek... Çocuk bu; çok büyük bir beklentisi yoktur aslında mutlu olması için… Şayet, sevgi yerine maddi şeyler ile ‘oyalansın’ istemiyorsanız; en ufak şeylerden bile mutlu olurlar. Çikolata ambalajlarının parlak kağıtlarından yapılan bir ‘oyuncak’ ya da üç-beş tahtayı birleştirip yaptığı oyuncaklarla mutlu olabilir bir çocuk. Kötülük nedir bilmez, yaşamamıştır çünkü. Dolayısıyla her türlü tehlikeye karşı da korunmasızdır. Çünkü ‘çocuk aklıyla’ düşünür ve öyle hareket eder…

Çocuklar nefret değil, iyilik biriktirir

Nefreti değil, sevgiyi iyi tanır çocuklar. Zaman zaman arkadaşları ve aileleri arasında sorun çıkıyorsa, bunun nedeni belki de ‘ilgisizliktir’. Bir çocuğu ‘birey’ yerine koyup konuşursanız, aslında sizden farkları deneyimsizlik olacaktır muhtelemelen. Hayal güçleri uçsuz bucaksızdır… Pek bir yanılgı yaşamadıkları için, inançları her daim daha saftır. Sizin; pencereden dışarıya baktığınızda gördüğünüz evler, arabalar ise; onların gördükleri masmavi bir gökyüzü ve mutlu insanlardır… Bir resimde gördüğünüz dağ ve deniz görüntüsü sizin için ‘maddeye dönüştürülebilir’ bir manzaraysa sadece, onlar için sevdikleriyle mutlu olmanın resmedilmiş hâlidir… Şimdi ne düşünüyorsunuz? Çocuklar mı haklı, yoksa siz mi?

Keşke, ‘çocuk aklımız’ başımızda olsaydı, belki o zaman daha da yaşanılabilir bir dünya kalırdı geriye…

  
-->