Geçtiğimiz hafta yaşadığımız; saatlerin 1 saat geri alınma
muhabbetini hatırlıyorsunuz. Tartışa tartışa bir yere varamadık! Ara bölgeden
geçerken “Saat kaç şimdi?” esprilerinden de bunaldık mı? Evet… İlk başta
güzeldi ama o espriler, hiç şikayet edemem. Bu tartışmaların üzerinden bile 1
hafta geçmiş, pes! Şu zaman denen şey, bir tek bana mı hızlı akıyor?
Yokuş aşağı giden zamanın, ters-düz eden gerçeği…
Bir avuç pirilliyi cirileyim diyorum, o yokuş aşağı giden
zamandan öteye… Naftalin kokulu ceketin, cebindeki bir mendil kadar eskiyiz zaten
şurada. Ne? Zamana yenilmek mi? Hayır! Zamansızlığa yenilmek şu bizdeki telaş…
Hep, bir yerlere yetişmeye çalışırken, diğer zaman diliminin dışında kalmak.
Bir dilim ekmeğe muhtaç bakan bir çift göz belki ‘zamanın’ en somut hâli… Ya
da, artık ağzını bıçak açmayan yaşlı bir çınar gölgesi gibi… Zamanla
kaybettiğimiz ne varsa bu zamanda, işte bu zamanın en büyük sorunu da o. Soyut
birşey kaybediyoruz ama, avuçlarımızın arasından kayıp gittiğini de görebiliyoruz…
Zamanı geri al(a)mama
Kısa ve öz; geri alamazsın. İstersen milyonlarca lirayı
harca, yine de geri getiremezsin. Geçen zaman, ‘giden bir kadın’ gibidir. Önce,
gitmemek için her yolu dener… Sonra, ardına bile bakmadan, sessizce gider. Sen
ne yaparsan yap, o artık dönmeyecektir. Tekrarı yoktur. Şakası da yoktur. Zamanı
iyi değerlendirmek için tek bir şansın vardır; o da, o andır! Geri çekme ya da
durdurma tuşu yoktur. Yaydan çıkan bir ok gibidir. Ya varacağı hedefe gider, ya
da ona varamadan yolda düşer.
Zaman; çok kıymetlidir.