27 Eylül 2015 Pazar

Her gün, yeni bir dün

Bir söz vardır; “Bugüne en uzak gün, dündür.” diye… An’ı yaşayıp, sonraya ya da önceye takılmamayı işaret eden bir arkadaş mı söyledi bu sözü, yoksa bunlarla hiç ilgisi olmayan birisinin dudakları arasından çıkan kelimelermiydi bunlar acaba? Geri getirmeye korktuğumuz şey zaman mı? Yoksa zihnimizde canlanan anılar mı, kalbimize batan?.. Peki gelecek kaygısı, düne özlemi ne kadar tetikleyebilir? Yarın var ise, dünden daha ‘yalan’ değil mi? ‘Dün’ü biliyoruz, bugünü de yaşıyor… Ama yarının belirsizliği değil mi bizi sağa sola savuran… Hem de bugün…
‘Yarın’ yola gelir mi?
Yarını bugünden yaşamak, düne takılıp kalmaktan farksızdır. Gerçek olan şey, şu andır, şimdidir. ‘An’ı yaşamakla ilgili birçok film izleyebilir, birçok kitap okuyabilirsiniz. “Neden ben yine geçmişe takılıyorum?” “Acaba ileride bu ne olur?...” gibi soruları sorduğunuz ya da zihninizde gezdirdiğiniz sürece, o kitapların da filmlerin de hiçbir faydası olmaz size. Önce ‘sen’ istemelisin. İnanmalısın! Düşüncelerini ancak sen yola getirebilirsin. “Yarın ne olur?” sorusu aklının bir kenarında dursun, ama bu senin hayatının akışını değiştirmesin. Buna izin verme. 10 saniye sonrasını bile bilemiyoruz ama her sabah uyanmak için saatimizin alarmını kuruyoruz. Bu, yarına uyanabileceğimizi umut ettiğimizi gösterir. 
Zaman affetmez

Ne gideni geri getirir zaman, ne de seni bekleyeni söyler… Affetmez sadece. Planını sinsice yapan soğukkanlı bir tetikçi gibidir zaman. “Zamanı gelince…” deyip herşeyi sana göstermeye başlar. Gözünün içine sokar kimi zaman, kimi zamansa varacağın noktanın etrafından dolaştırıp seni bir başka durağa bırakır. Canı neyi nasıl isterse öyle yapar ve sen de ancak seyredersin. Kimbilir, belki de adaletli davranır sana… Ama ne kadar yüzüne gülerse gülsün, ardından çok iş çevirir zaman. Sahip olduklarını elinden alıp, yeni yüzleri karşına çıkarır… Çünkü “O” öyle istiyor. O’na uymaktan başka bir şansın yokken, sana sunduklarını ‘sadece yaşa’. Herkese iyi ‘an’lar. Sizi en iyi ancak o anlar…

13 Eylül 2015 Pazar

Görünmez barbarutsa

Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanlar için bazı tespitler çok tanıdık gelecektir. Ailelerin; genellikle çocuklarının evlerini yaparken veya seçerken kendi evlerinin yanında/üzerinde/yakınlarında olmasına dikkat ettiklerini görmüşüzdür. Evlatlarının, hep yanlarında olmalarını istemeleri tabii ki kötü birşey değildir. Onların hep gözlerinin önünde olmalarını istemeleri, dizlerinin dibinden ayırmayacakları düşüncesiyle de karıştırılmamalıdır. Ama, bazen…
E gal burda, ev yapdık sana
Aile içi çatışmalar, bence çocuk 18’ini doldurup üniversite veya çalışmak için yurtdışına gitmek istemesiyle farklı bir boyuta taşınır. Tabii ki bu bahsettiklerim benim ve çevremin gözlemlerinden oluşuyor. Daha yürümeye yeni başlarken bile, düşmesin diye gözünü dört açan aile, “barbarutsanın” içindeyken bile “Aman düşmesin, birşey olmasın…” diye kaygılanırken; çocuk büyüdüğünde bile düşecek diye tedirgin olabilir.
Haftasonu…
Talat Gökdemir… En yakın dostlarımdan biri… Kendisi, bir süre önce senaristliğini yaptığı ve yönettiği ‘Haftasonu’ adlı kısa metraj filminde tam da bu konuyu ele aldı. Aile içi anlaşmazlıkların çocuklar üzerinde kurduğu baskılar, kuşaklar arasındaki ideoloji farklılıkların yarattığı sorunları nasıl irdelediğini yakın zamanda göreceğiz. Sizinle, Talat Gökdemir’in filmle ilgili açıklamasını paylaşmak istiyorum:
“Başkarakterimiz Hasan, babasının vefatı üzerine yıllardan sonra Kıbrıs’a bir haftasonu için dönmüştür. Bir zamanlar büyüdüğü ama on yedi yaşında ayrıldığı köyüne geri dönmesiyle, eski hayatı ve anıları canlanır. Hâlâ aynı evde yaşayan yaşlanmış annesi ve eski arkadaşı Nilay ile zaman geçirdikce, Hasan’ın iç yolculuğu kendisini sorgulamasına, hâlâ kaçmakta olduğu babası ile yüzleşmesine doğru götürür. 

Hasan’ın sadece babasıyla bir sıkıntısı yok aslında, genel bir sorunu var. Jenerasyonlar arası fark, düşünce, ideoloji farkı, yaşam tarzı farkı. Hayata bakış açısı farklı. Baskıcı otorite ve birey farkı.

Bir türlü iletişim kuramayan baba; “Hep ben doğruyum, burası benim evim, ben daha iyi bilirim, benim dediğim olacak…” diye diye çocuk itildi, hatta yurtdışına sürüklendi. Ailesinden, arkadaşlarından, köyünden, ülkesinden oldu. Aynı zamanda bir nevi politik bir altmetin de var; bir türlü kimliğini oturtamayan Kıbrıslı Türkler... Devamlı bir anavatan baskısı. Bitmek bilmeyen dayatılmış bir yaşam tarzı modeli. Filmin zaten insanların kafalarının en fazla karışık olduğu dönem olan Annan Planı ve referandum döneminde geçmesi de ufaktan birşeyler katmakta.


“Burada kal, evlen, hatta evini da yaptım, daha nesten” gibi alışılagelmiş bir geleneği ve buna minettar olmak veya hapsolmak arasındaki o ara bölgeyi göstermek istedim. En nihayetinde kendi ayakları üzerinde durmayı, duramasa bile durması gerektiğini anlayan bir adamın hikayesi 'Haftasonu'. Aynı zamanda hata varsa, herkeste bir hata payının olduğunu öğrenen bir adamın hikayesi…”