Üç yüz günden fazla bir süre geçmiş, geçen yıl kurduğun
hayallerinin üzerinden… Bazen, birkaç saati bile saymaya çalışınca geçmiyor ya,
üç yüz küsur gün geçmiş, pes!.. Geçiyor demek ki, bunun farkında olmasan da.
Olsan da ne farkederdi ki zaten, hiç… Aralık ‘gındırıktan’ bakarken elindeki
son kartına; hüzünle tebessüm ediyor. Elindeki bir sonraki kartı hazırlıyor bir
yandan ve ‘yeni’ yıla birkaç hafta kala ‘yeni’ hesaplar yapıyor kimseye
çaktırmadan!..
Zamansızlık ‘zamanı’
Solundaki kapıyı ‘gındırıp’ sana bakan ve bazen alaycı bir
tavırla gülümseyen bir ‘aralık’ var orada. “Bu yıl, diğerlerinden daha güzel
olsun…” gibi dileklerini koyduğun ‘sakgulli’nde bir önceki yılların küflenmiş,
kokuşmuş ve rengi değişmiş anıların ve ümitlerinin son kullanma tarihi geçmedi
mi? Tamamlayamadığın çoğu şeyin ‘zamansızlık’ adı altında kaçırdığının ne kadar
farkındasın? Bir ayağı diğerlerinden hep daha kısa kalan masa, ne kadar daha
altındaki kağıdın desteğiyle eşit durabilecek diğerleriyle? İşte, tam da şimdi,
zamansızlık ‘zamanı’ o zaman…
Yine eskiyor yeni…
Ne yapmak lazım o ‘zaman’? El sallamak mı lazım ardında bir
çok şeyi alıp giden ve ‘gındırık’tan bakan aralık ile iki bin on altıya, yoksa
iki bin on yedinin, nelere şahit olacağını tahayyül etme zamanı mı şimdi? Herşey
gibi, yıl da bitti bitiyor… Tükettiğimiz onca şeye, o da dahil oldu yine. Yeni,
yine eskiyor. Eski, yine geride kalıyor ve gölgede kalan feslikanlar güneşi
bekliyor. Sonra, gün yine ağarıyor ve gidiyor kapkara bulutlar başka başka
diyarlara yağmur olup deli deli yağmaya…
Başka insanlara, başka ağaçlara ve bambaşka toza toprağa
karışıyor, saçı başı ağarmış bulutların gözyaşları…