31 Ocak 2016 Pazar

Ona da mı maraz?

Bilinen en eski teselli methodu olan, ‘maraz çıkarma’yı incelemek gerekirse; bir sorunu olan veya çıkmazın içine girmiş bireyi, bir nevî en kestirme yoldan refaha çıkarmayı hedefleyen bir telkin biçimi olarak ele alınabilir. Farz-ı mahâl; “Allah’dan eyilik, hökümetten aylık” sözünün aksine, hükümet seni ödemedi ve ayın ortasına geldin. Hepimizin kredi borcu olduğu gibi senin de bankalara ve kredi kartlarına ödeyeceğin miktarlar bulunuyor. Yarın bir de elektrikleri keserlerse, bu havada kış kıyamette ne yaparım diye düşünürken bu durumu angonisi ilkokul arkadaşın olan Ahmet Dayı ile paylaştın. Ahmet Dayı senin bu durumuna üzülecektir pek tabii… Ama üzüntünün yetersiz kaldığı noktada ise sana o meşhur soruyu sormayacak mı sandın?.. “E, ona da mı maraz?.. Allah eyilik versin da…”
Gazlı soba
Elektrik kesintileri o kadar normal geliyor ki artık, her mutfak dolabının üstünde naylonla kaplanmış ‘luks’ların yanısıra, ısınmak için de gazlı sobalarımız evlerimizin vazgeçilmezleri arasındadır. Bir önceki diyaloğu düşündüğümüzde, aslında Ahmet Dayı’nın söylediklerini bir kenara bırakıp, gerçek hayatın ‘soğuk yüzünü’ görmeye başladığınızda-ki bu genellikle para kazanmaya başlarken oluyor-aslında üzüldüğünüz şeyler konusunda bir diyete gitmenizi kaçınılmaz kılıyor. Mesela gazlı soba ile yaşamaya alışmak, içme suyuna yıllardır para ödeyip tüketebilmek, her an elektrik kesilir diye luksu evde mutlaka bulundurmak gibi… Bunları size yaşatan olumsuzlukların üzerine daha fazla olumsuzluk ekleyip, üç çıkan sonuçtan da iki çıkarınca, elde ne kalıyor diye hiç düşündünüz mü?..
Marazlı Deve
Devenin biri birgün diğer deveye sormuş ki; “Neden boynun eğri?” Deve de demiş ki; “Ona da mı maraz?!.” Sonra belli zamanlar içerisinde birbirlerine bu soruyu sorup aynı cevabı vermişler defalarca. Halen daha soruyorlar hatta ve bu kısır döngünün içerisinden bir türlü çıkamamışlar… Aslında bir de “İyilikten maraz doğar” diye bir söz vardı. Bildiğim birşey varsa, iyilik yapan iyilik bulmaz. Duruma göre değişir aslında ama çok iyilik yapıyor ve aslında karşılığında mutlak iyilik bekliyorsan suç sende abi…


İyilik, karşılık beklemeden yapıldığında hedefine ulaşır. Yoksa sırf ağaçlar da maksat yeşillik olsun diye ormanı oluşturmuyor değil mi? E böyle düşünüyorsan, yeryüzünde senin varlığın da çok yer kaplamıyor mu sence? Bence deveyi örnek al biraz, maraz ediyor ama yine de sorguluyor en azından. Yok, ben sorgulamam diyorsan, ağaçları da keserlerse umrumda olmaz, dünya yansa umrumda olmayacak diye kendini avutuyorsan; emin ol ki senin harcadığın oksijen, bir gün insanlığın sonunu getirecektir.  

17 Ocak 2016 Pazar

YA ÖZGÜRLÜK PİSGOTSA?

Özgürlük ile ilgili konuşacak çok şey var. Herkes özgür olmaktan bahseder ama, özgürlüklerin kısıtlanmasında veya elimizden alınmasında bizim de parmağımızın olabileceği gerçeğini gözardı edebiliyoruz. Zaten tam anlamıyla özgür olmak, hiç birşeyden korkmamak ve bir nevî herkesi karşına almaktır. Ve bana özgürlük, sonu olmayan bir kavramdır.
Kıbrıslılar’ın çay, kahve veya süt ile birlikte tükettikleri ve son zamanlarda adına ‘bisküvi’ dedikleri ‘pisgot’ belki de özgürlükle aynı şeydir. Hiç düşündünüz mü? İlk başta size saçma gelebilir ancak, özgürlük bana göre ‘pisgot’ kadar sert ve kırılgan aynı zamanda sütün içerisine batırdıktan sonraki kadar da yumuşak ve üfelenebilir yapıdadır. Yani aslında özgürlük değişkendir. Ortama ve zamana göre değişebilir, daha katı veya daha yumuşak da olabilir. Yıllar içerisinde özgürlükle yaptığınız mülâkatlar sonucunda, pisgotu süte batırıp mı yoksa kuru kuruyamı yediğinizi göreceksiniz zaten…
Gavro çözüm değildir!
Sıklıkla duyduğumuz bir cümle vardır; “Özgürlük; bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.” Misâl; sabahın köründe telefonun alarmı çalmadan uyandınız ve o saat kendinizi hiç olmadığı kadar özgür hissediyorsunuz. Dediniz ki; “Bugün gidip gıcık kaptığım komşunun arabasını boydan boya çizeyim! Zaten her sabah o arabayı bağırta bağırta çalıştırıyor, hazır o benim uykumu kaçırmadan ben onun arabasını çizeyim de görsün gününü!” ve varsayalım ki, komşunuz da arabasını büyük bir keyifle çizerken sizi perdenin arkasından görmüş ve muhtemelen sabahki uyku sersemliğinin verdiği sinirle, sizinle konuşarak anlaşma niyetinde değil. Çekmeceden eline aldığı ‘gavro’ ile yanınıza gelip sizin kendinizi özgür hissederek yaptığınız eseri ‘renklendirme’ gayesinde olan komşunuzun ilk yapacağı şey de ‘özgür’ davranmak olacaktır. Şimdi duruma bakınca, her iki tarafta özgürlüğünü kullanmış. Neticede kişilerden birinin arabasının kaportası çizilmiş, diğer arkadaşın ise vücudunun kaportası dağılmış… Bu örnekte süte batırılmamış bir pisgottan bahsetmek mümkün sanırım.
Varılmamış bir yol…

Şiirlerini okumaktan büyük keyif aldığım sevgili Oruç Aruoba şöyle demişti: “Özgürlük budur belki de: sürekli bir yersizlik; sürüp giden bir yol.” Yanınıza aldığınız birkaç parça hikaye ile çıktığınız yolda, sizi nelerin beklediğinden habersiz yürümeye devam ediyorsunuz. O devam eden süreç, belki de size birçok şeyden uzak durmanızı öğretecektir. Yola çıkmadan bunu bilemeyeceğiniz gibi, yolda yürürken de tökezleyip düşmeyeceğinizin garantisi yok. Ayağınıza takılan taşın, yürüme özgürlüğünüzü kısıtlamadığını söylemek yersiz. O halde yolda karşınıza çıkacak her türlü olumsuzluk, özgürlüğünüzü test edecek nitelikte olacaktır. Taşın ayağınız ile buluşmasına ne zaman şahit olacağınızı zaman bilir. Belki de bu hiç olmayacaktır ve yoldayken kafanıza kuş falan pisleyecektir. Böyle bir durumda ilk gördüğü biletçiden bir piyango bileti alacak olanlar vardır elbette. O zaman kuşun özgürlüğünü sorgulamak yerine, bileti alanların inançlarını sorgulaması daha mantıklı olacaktır. Zaten; kuş pisliği ile talihi bağdaştırmak, özgürlüğü sorgulamaktan daha mantıklı oluyorsa; kuşun nereye pislediğinin pek bir önemi kalmıyor...

3 Ocak 2016 Pazar

Gaşâdan çıkma bir sene!

Altı üstü bir ‘iki bin on altı’… Seneyi devirdik…Devrilen birçok şeyi ardından izlerken. İyi ya da kötü geçti sizin için bir önceki sene. E başka seçenek yokdu ki zaten?! İyi veya kötü geçecekti elbet; nasıl ki sadece iyi ya da sadece kötü geçemeyeceği gibi. Kime göre iyi, kime göre kötü geçti bilinmez ama, bitti… Bir daha geri gelmeyeceğini biliyoruz, yeni umutlar ya da yeni hayallerle yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Geride bıraktığımız ve üzerine çektiğimiz süngeri ‘tepsermesi’ için diğer eskilerin yanına kaldırıyoruz. Gerçeği ele alacak olursak, 365 günün 365’inin aynı olmayacağı ile yüzleşiyorken; diğer taraftan da hergünün iyi geçmesini dilemekten de vazgeçemiyoruz.
Sanki herşey 2016’da istediğimiz gibi gidecek ve biz o hayal ettiğimiz huzura ve refaha kavuşacakmışız gibi sayıyoruz ya 10’dan geriye doğru… Henüz elimizdeki umutların tükenmediğine dikkat çekmeye çalışıyoruz aslında. Halbuki, bu sene de öncekiler gibi sıradan ve sıkıcı da geçebilir. Önümüzde bilmediğimiz, ‘gaşâdan çıkma’ bir sene var. 31 Aralık gecesi, saat 12 olduğunda kiminle ve nasıl yeni yıla girersen, o sene hep öyle süreceği yalanına bizi inandıran adam kimdi? İlk kim bu cümleyi kurdu ve hepimiz ona inandık? O adam bir defa denedi, hep öyle geçiyor dedi ve diğer sene için; “Bu cümleyi yayalım arkadaşlar!” mı demiş acaba? Bildiğim tek bişey var; sevdiklerin yanında olduğu sürece, geçen her saniye de her sene de değerlidir. Zaten, mutluluk da bu değil midir?

Zere da Golifadır!
Onun dışında; Golifa ise Yılbaşı’nın önemli bir detayıdır ve onu es geçmek doğru olmaz. Her sene kebapların sonrasında, bangonun üstünde mavi leğen içinde sana ‘narlı narlı’ bakan Golifa; herzaman o ailenin bir ferdi olabilmeyi başarmıştır. Sene bitip, sonraki yeni seneyi kutluyorken mahalleyi saran mangal dumanı ise çok fantastik geliyor bazen. Bir yılbaşında hata edip, saat gece 12 civarı evden çıkıp tüfek ve tabanca sesleri eşliğinde (neden saat 12’de havaya ateş edildiğini halen anlamış değilim) dumanaltı olmuş sokaklarda bir yerlere gitmeye çalışmışlığım olmuştu…Bir daha yapmayacağıma eminim!

Bu sene tatiller az
Mesela bu cümleyi her yılın başında mutlaka duyarız; “Bu sene tatil günleri az…” Muhtemelen promosyon olarak armağan edilen takvimden kırmızı renkli tarihleri seçip tek tek sayar o zat-ı muhterem ve nedense her yıl resmi tatillerin git gide haftasonlarına düştüğünü ilk tespit eden kişi o olur. Sonra ödül falan verirler buna… Ama ciddi ciddi eskiden sanki daha fazla resmi tatil haftaiçine denk gelirdi… Ben de emin olamadım şimdi!

Son olarak söyleyeceğim; daha önceki seneleri aratmayacak kadar muhteşem bir sene olsun iki bin on altı. Altı üstü bir sene geçecek, bari güzel geçsin, sevgiyle, aşkla, huzurla ve bunlar gibi başka neler varsa onlarla geçsin…