24 Mayıs 2015 Pazar

Ruhunu serbest bırak; dönerse senindir

Dönüp dolaşıp, başladığınız noktaya vardığınız olmuştur. Olmayacak duadan tutun da, tutulmayacak yeminlere kadar bütün Atasözlerini ve Deyimleri cümle içerisinde kullanıp, bunların tümünden veya bazılarından ders çıkarıcı sonuçları da “yapılacaklar” listesinde işaretledik mi? E hade o zaman biraz da bu listedeki diğer başlıklara ilişelim.
Genellikle, tüm genellemeleri reddet(me)
Yaşamımız boyunca aldığımız birçok karar vardır. Hayatımızdan bazı şeyleri çıkarma, yeni şeylere yelken açma, duyarsız kalmak, daha duyarlı olmak vesaire… Karar mekanizmasının çalışmasında, içerisinde bulunduğumuz dönemin etkisi olduğu gibi, kişi veya kişilerin de etkisi bulunabilir. Hayatınıma giren, çıkan, arada kalan, arada kalmakta arada kalan veya orada hiç olmayan kişilerin, üzerimizdeki etkisi, güneş kremsiz “dıngır sıcağın” altında kalmakla neredeyse aynıdır. Ancak, karar verirken hiçbir genellemenin içinde bulunmama isteği genellemesi; çok genel bir yanılgının yaptırım gücü olabilir.
Merhaba, yanıldığıma sevindim
Yanılmanın, aslında sizi mutlu edeceği durumlar da olabileceğini hiç düşündünüz mü? Mesela, bir karar aldınız ve “Bir daha ………….” diye başlayıp, sonundaki yüklemle hayatınızı kısıtlamaya çalıştınız diyelim. Bu kararı yürürlüğe koyduktan sonra, yaşam kaliteniz, seçimleriniz vs. daha iyi bir durumdaysa, bir nevi yanılmanın size aldırdığı kararların bunda etkisi görmezden gelinebilir mi? O halde, yanılmak da bize birşeyler katıyor diyebilir miyiz? Yaklaşık 3 yıl önce, belirli yanılgıların beni içine ittiği bir fotoğraf sergisine hazırlanırken buldum kendimi. “İlk” kişisel sergim olmasının öneminin yanında, yanılgıların güzel şeyler olduğunu anladığım gerçeğine daha çok sevindiğimi söyleyebilirim.
İşte tam da bu yanılgıların bana yazdırdığı birkaç satırlık yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum:
Henüz tanışmamışken yanılgılarınla, derin bir nefes al hayata açılan kapının eşiğinden... Farkında bile olmadan yoldasındır zaten ve hikayenin en heyecanlı yeridir...
Az sonra inkar edeceğini bilmediğin bazı gerçeklerle birlikte savrulursun rüzgar seni nereye götürürse.
 Karşılaşırken içini acıtan gerçeklerle, inkar edeceğin yanılgıların hemen yanıbaşında yürüyordur senle...
...ve şimdi, inkar ettiğin yanılgılarının farkındasın işte! Belki de henüz yolun başındayken ya da az kalmışken ‘bitiş’ çizgisini göğüslemene.
Tüm bunları düşünürken uzaklaştığını anlıyor ve çeviriyorsun başını yanılgılarını kaybettiğin uçsuz bucaksız göğe...
...ve tüm bu yaşadıklarının bir hata olduğunu kabul ediyor ya da reddediyorsundur... Ancak halen yoldaysan eğer; yürümeye devam et ve hiç durma!.. (2012, Kasım, Lefkoşa)

Fazla gurur, göze vurur

Ve sonra gördüğünüzü sandığınız gerçeği, aslında gözardı ettiğinizi farkedersiniz. Yani, gururun “0” ile çarpıldığı durumlarda, vazgeçmek ile direnmek arasında karar almak; hiç kolay birşey değildir. Sonunda, tekrardan yanılmak da mümkün. Zaten, yıllardır yanılmanın tadını damağımızda bırakan şey de, bu gururu gözardı edip aldığımız kararlar değil midir? Gurur falan hikaye arkadaşım, seviyorsan git konuş bence. Zaten, ruh senin değil mi? Serbest bırak onu, dönerse yine senindir.

BU ARADA;
Edip Cansever’in “Yalnızlık Sensin” isimli şiirinin ufak bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum.
Oyuluyorum şu masmavi boşluğa,
Gölgesiz, kıpırtısız.
Yalnızlık sensin.

10 Mayıs 2015 Pazar

Eski; yeniye, yenile mi yenildi?

Hep söylerim; bizim yaşlar çok şanslı yıllar geçirdi. Mahallede, taşlardan yaptığımız kalelerle oynadığımız futbol da vardı, pikselleri tane tane sayılan ‘kompütör’ dediğimiz Commodore 64 oyunları da geçti çocukluğumuzdan… 

Hem sokakta, hem de evde oynayabileceğimiz oyunlarla büyüdük.  Belki de tüm bunlardan dolayı; ardından çok hızlı gelişen teknolojiye uyum sağlayabildik. Ama, bizden daha eskilerin ‘yeni’si olan ‘eski’lerimiz hangi ara yeniden yeniye yenilmiş olabilir ki?

Isbastıra hevesimizi bastırdık

Çok klasik olacak ama, komşularla ilişkilerimiz bile daha farklıydı. Komşumuzun evinden çıkmaz, geç saatlere kadar dama, ısbasdıra, saklambaç oynadığımız zamanlardı. Şimdi çok uzakmış gibi geliyor böyle söyleyince. Ama şöyle bir gerçek var, bugün o günlere daha uzakta bir noktadayız. Damayı, ısbastırayı bile sanal oynuyoruz. “Bir, komşuya kadar gidip geleyim” repliği bile “Atayım bir mesaj” ile değiş-tokuş oynuyor artık.

Uçak Alanı

Aslında aklıma çok daha ilginç anılar geliyor düşününce. Birçoğunuz hatırlayacaksınız; Ercan Havalimanı’nın o yıllarda yapısı bugünden çok daha samimiydi. Balkona çıkıp, uçakları seyreder, inip kalkan uçakların metal kanatlarına dokunacakmışız gibi gelirdi… ‘Uçak alanı’ dediğimiz Ercan’a gidecek olmak bile evde bir panayır havası yaratırdı. Üst kattaki Atarilerde, jetonsuz bile oyun oynadığımızı sanmak ayrı bir keyifti… Üst kattaki Cafe’nin muhteşem portakal suyunun tadı bile bir başkaydı. Otomatik açılıp-kapanan giriş kapısından içeri girip çıkmak bile ayrı bir eğlenceydi. Sanırım, eskiden daha küçük şeylerden mutlu olabiliyormuşuz. Osman Alkaş’ın Torba’sında izlemiştim hatırlıyorum; otomatik kapıdan içeri girip çıkan bir kırlangıç vardı. Günlerce esprisi yapılmıştı, kuşun beyni bile bazen insandan iyi çalışıyor diye…

3 korner 1 penaltı

Uzun boylu olmam, beni kaleci yapmıştır hep. Hatta bir dönem ciddi ciddi kaleci olmayı bile düşünmüştüm. Tuhaftır teklif bile gelmişti bu yönde ama futbol bilgim, mahalledeki futboldan ileriye gidemediği için öylece kalmıştı. Sağdan soldan topladığımız taşları üstüste dizerek kalenin direğini oluşturmak, hangi zekanın eseriydi hiç bilemedik oynarken. 3 kornerin 1 penaltı olduğu futbolda, hakem yoktu çoğu zaman. Ama kimsenin de hakkı yenmezdi. Sağlam dostlukların temelini de oluşturan, işte o taştan kalelerdi. Kale gibi dotluklar yaratmıştı habersizce…

9999 in 1

Atari; bir dönem her eve ya gazetelerden biriktirdiğimiz kuponlarla, ya da taksitle alınan cihazlarla bir şekilde girmiştir. Üzerinde 9999 in 1 yazılı kutusunu, Rambo gibi karakterlerin süslediği atarileri alıp, heyecanla TV’ye bağlayıp, sabahlara kadar ördek avlamak çok heyecanlı bir işti. Salondaki tek tüplü televizyonu prizden sessiz sessiz açıp, evdekiler uyanmasın diye sesini kısıp saatlerce atari oynadığımızı bilirim. Her ne kadar akıllı telefonlarda ya da bilgisayarlarda, eski atari oyunlarının uyarlamaları olsa da, yine de aynı tadı vermiyor. 


O zaman, biraz karpuz macunu yiyip eskiyi hatırlayalım. ‘Eski’ kalmak üzere…

bu arada;

Eskiler, anılar vesaire derken; Halil Cibran ise bu konuda bir zamanlar şöyle demiş;

"Bırakın bugününüz, geçmişi anılarla,geleceği ise özlemle kucaklasın."