30 Ağustos 2015 Pazar

Gölgesi göğe vuran efgalitto

Pazar’ın hemen ertesi günü başlayan ve genellikle sendromlardan oluşan Pazartesi; haftasonuna doğru geçiş için bir başlangıçtır. Her sonun bir başlangıcı olduğu varsayımı ile hareket edersek, hangi sonun nasıl bir başlangıcı olduğunu ya da olabileceğini de göz önüne almak kaçınılmaz olacaktır. Mesela bugüne en uzak gün, dündür. Düne en yakın gün ise bugün. Yarına en uzak olan ise bilmediklerimizdir. Tahminlerimiz ise; ancak kağıttan yaptığımız gemileri yüzdürmeye çalıştığımız bulanık su birikintilerinin asık suratından başka birşey değildir.
Bardağın hava alan tarafı
Hayat seni bazen öyle bir noktaya getirir ki; bardağın dolu veya boş tarafından bakmak yerine, bardağın orda neden varoluğunu bile sorgulamak kaçınılmaz olur. Rüzgarın seni savurduğu kör nokta, geçmişin izlerini silebilecek bir ‘betsi’ gibi düşmez elinden… Yapacakların, yaptıklarının yanında sıfırla çarpıldığı anlarda bile vazgeçmeyen inadın, seni kimbilir nereye savuracak yine... Zaman; onunla inatlaştıkça, başka başka maskeler gösteren ukala bir hayalettir. Hayal et; zamansızlık içinde birşeye karar vermek için harcayacağın bir zaman olmasa mesela? Benim nereden bahsettiğimi algılamaya bile zaman olmasa… Hiç olmasa öyle birşey? Bardağın dolu veya boş olan kısımlarının etine batmadığını düşün bir… Bardağın boş kısmı hep hava alır, boş değildir aslında. Bardak boşken bile doludur. Sadece havayla falan da değil ha… Düşüncelerle, hayallerle, masallarla, saçmalıklarla… Doludur yani bir şekilde. Bu yüzden bardağın boş tarafına bakarken ne gördüğüne iyice bir bak derim.

İstersan ye!
Zaman acımasızdır mesela. Önüne koyduğu yemeği yemek sana kalmıştır. Ister soğutup yersin, ister sıcak sıcak yeyip damaklarını falan yakarsın. Ya da hiç dokunmaz, başka canlıların ona ortak olmasına izin verirsin. Yani zamanın senle uğraşacak zamanı yoktur diyorum. Bugün ne yemek yiyeceksin falan diye sana ısrar edip sorular sormaz. O; yemeği önüne koyar, sen ister yersin, ister bakarsın. Zaman affetmez diyorum. Şu yazıyı okuduğun an bile geri gelmeyecek bir daha biliyor musun? Tuvaletin sifonunu çektikten sonra sana “bay bay” diyen arkadaş gibidir zaman. Geleceği belirsiz, ama geçmişi aşikâr. Zaman sana acımasız yüzünü daha doğduğun andan itibaren göstermeye başlar. O andan itibaren zaman aleyhine çalışmaya başlamıştır. Artık hiçbir yere kaçamazsın! Ya seve seve, ya söve söve yaşayacaksın ‘zaman’la. Ve zamanla anlayacaksın ki, senden başka ‘sen’ yok bu dünyada. Öteki dünya mı? Onu zaman bile bilmiyordur.
BU ARADA;
Cahit Sıtkı Tarancı; zamanla, zaman zaman şöyle demiştir:

Gece bir neticedir.

2 Ağustos 2015 Pazar

Seni üzmek istemem ama...

Eminim ki, bu cümleyi kurmak zorunda kalan/kuran/duyan/duymak zorunda kalan/duymayı isteyen pek çok kişi olmuştur. “Elimde değil ama…” diye başlayan her cümlenin yüklemi, karşıdakinin içini acıtan bir kordan başka birşey olamaz. Bu cümleyi bazen kuran bazen ise işiten bu duruma maruz kalabilir. Elinizdeki koru, başka birine savurmak için, önce kendiniz yanmalısınız. Bu durum size nasıl acı vermesin ki?..
Ben buyum, değişmem
En büyük yanılgıdır; ben buyum değişmem/değişemem cümlesini kurmak… Kimi bitmek üzere olan bir ilişkinin bitiş cümlelerini oluştururken, kimi de hiç kabullenmek istemediği şeyleri üzerinden atmak için kullanılan sözcüklerdir. Oysa değişir insan; daha önce de değişmez dediğin herşeyin bir anda değiştiği gerçeğiyle yüzyüze gelince bunu anlamak daha kolaydır. Kimse 5 ya da 10 yıl önceki gibi değildir. Elinde olmasa da değişir, değişirken buna başkaları da destek olur. Çünkü, hayatınıza giren/çıkan kişiler sizin bundan sonraki hayatınızda nasıl bir role bürüneceğinizi belirleyebilir.
Pişman olduğun zaman
Bu sözlerden sonraki süreçlerden biri de pişmanlık dönemi olabilir. Ağzınızdan çıkan kelimelerin aslında geri dönüşü olmadığı ve belki de söylemek istemediğiniz ama sinirle veya başka duyguların size tetikçilik yaptırdığı gibi kurulan cümlelerin ağırlığı altında ezilmek, pişmanlıktır. Pişmanlık ile pişmaniye karıştırılmamalıdır. Zaten pişmaniye yeterince karışık bir tatlıdır. Sanırım pişmanlık duygusu da, kolay kolay geçebilen birşey değildir. Belki de bu yüzden konuşmadan önce cümlelerimizi iyice tartmak lazımdır, olamaz mı?..
Herşey geçer (mi?)

Daha önce geçen ne varsa, bir önceki de öyle geçecektir. Sezen Aksu’da öyle demedi mi? “Bu da geçer, neler neler geçmedi ki?..” diye bu duyguya en iyi kılavuz olanlardan birisidir. Zaten asıl zor olan süreç, geçerken ki zamandır. Yoksa geçecektir… Ama geçtikten sonra sizden alıp kopardıklarını geri getirmek mümkün değildir. Mümkün olan geçene kadar beklemektir. Birşey yapmak, direnmek ya da dirernmemek… Öylesine bırakmak geçene kadar. Geçecek diye beklerken geçer, çünkü beklemesek de geçer. Zaman geçtikçe herşey geçer. Geriye kalan ise biraz acıtır, o kadar. O birazın derecesi ise görecelidir. Zor olan da o değil mi zaten?..
BU ARADA;
Özdemir Asaf şöyle demiş:
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, 
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. 
Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür; 
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.