28 Şubat 2016 Pazar

SORUN SENDE DEĞİL, KEDİDE (!)

Sorsan, hepimiz sütten çıkmış ak kaşıklara taş çıkaracak beyazlıktayız … Diş macunu reklamlarında, ekrana otuz iki dişi ile gülümseyen arkadaşın dişleri bile sönük kalır saflığımız söz konusu olunca. Uçmaya kalksa uçamaz hiçbirimiz ama, kapının eşiğinden geçerken sırtımızdaki kanatlar takılıyor nedense sağa-sola! Birer melek olabilmek için, eksik olan tek şey kanatlarımızmış oysa (!)

Doğduğumuz an, en saf olabildiğimiz ender zamanlardan biridir. Henüz, etrafa boş boş bakarak farkında olmadan saçtığımız gülücükler veya ağlarken hıçkırıklara boğulurken… İşte o andan sonra geçen her zaman için, bir özür borçlu kalıyoruz tüm hayvanlar âlemine.

Kedi nankör değildir, saçmalamayın!

Hangi kedi, kime yamuk yaptı da bu uydurma yakıştırma yıllardır yapılıyor çok merak ediyorum! Kedi; kendi halinde, kendine has karakteriyle ve insanlara ruh hallerine göre yaklaşan canlılardır. Önüne mamasını, suyunu koyarsın; o gelir canı çekerse sevdirir kendini sana… O gün, günündeyse kucağından inmez, canı istemiyorsa üzerine dokundurmaz bile! Kırk yılda bir, canı sıkılmıştır kedinin ve seni tırmalamıştır… E şimdi nankör mü oldu kedi?..

Yok abi! Kedi değil, sen nankörsün aslında. Sevmediği kedilerin ardından konuşan, kötülük yapmaya çalışan ya da iyi görünüp, sonrasında başka bir kedinin kuyusunu kazan bir kedi tanımadım vallahi. Bir kedi; ya sever, ya sevmez. Ama nankörlük yapmaz! İnsanlar o kadar çiğ davranıyorlar ki çoğu zaman, keşke ‘hayvan’ olsam da bunlara şahit olmasam diye düşünmekten kendini alamıyor insan…

Duman ne dedi benim için?

Kediler de kendi aralarında bu muhabbeti yapıyorlar mı acaba?.. Mesela Boncukla Duman’ın dedikodularını yapıp; arkalarından ikisini de çekiştiriyor mudur Yumak? Ne dersiniz? Boncuk; sırf Duman’a iyi görünmek için Yumak’ı kötülüyor mudur? Boncuk gelip en fazla ikisinin de yemeğini yiyecektir. Belki biraz Duman’ı kıskandığı için gözdağı verecektir Yumak’a… Bundan daha fazlasını yapar mı bir kedi sizce? Yapmaz. Çünkü ‘insan’ olamayacak hiçbir zaman ne Boncuk, ne Duman ne de Yumak…


Hepimizin kanatlarının ‘patariyası oturuyor’ zaman zaman, ya da her zaman… Ne iyilik meleği olabilecek kadar mükemmeliz, ne de nankörlük etmeyecek kadar kadirşinas kıyafetler giyiyoruz. Her sabah evden çıkarken içimize ‘iyiliğimizi’ giysek yeter de artar birer kedi olabilmek için… Kedileri sevin.

14 Şubat 2016 Pazar

SEVGİLİLER GÜNÜ BU YIL TATİL Mİ?

Ne yalan söyleyim, herhalde şimdiye kadar bir kez bile kutlamadığım tek ‘özel’ gündür Sevgililer Günü… Hatta 1 Temmuz’daki Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nı bile büyük bir coşku içinde kutlarken; Sevgililer Günü’nü hiç kutlamak içimden gelmedi! Vakt-i zamanında bir din adamının adına ilan edilen ve yıllardır da ısrarla kutlanan bir gün 14 Şubat. Sevgililerin birbirlerine aldıkları oyuncak ayılar, kırmızı güller veya daha görgü yoksunu arkadaşların taşıt gibi yükte ve pahada ağır hediyelerle ‘sevgilerini’ gösterdiklerine inanılan bir günden bahsediyorum. Bu yıl Sevgililer Günü Pazar’a denk geldi, bence evde film izlemek daha mantıklı olacak bugün…
Ayı’dan hediye mi olur?
Vallahi olurmuş! Geçtiğimiz haftalarda vizyonda olan ‘Diriliş’ filmine gittim. Hani sosyal medyada ‘Oscar’ ödülünü alamıyor diye dalga konusu olan Leonardo Di Caprio’nun başrolünü oynadığı film… Ayı, Leo’yu o kadar bir hırpalamış ki, aslında ayının bu kadar yırtıcı bir hayvan olduğunu (insana göre daha evcil bence) bir kez daha hatırlatmış oldu bize. ‘Ayı’ ayrıca argoda da kaba anlamında kullanılan bir kelimeyken, nasıl oluyorda böyle ‘romantik’ olduğu bilinen bir günde sevgiliye hediye ediliyor aklım almıyor! Ayı abi o, ayı! Kelimenin sonuna –cık eki ekleyince ‘ayıcık’ oluyor, o zaman da sevimli geliyormuş… Sen ormana bir git bakalım, o ayıya –cık eki eklediğinde sana ne kadar nazik davranıyor, bir gör!
Sevmek, içini açmaktır
Oruç Aruoba’nın da dediği gibi; “Sevmek, içini açmaktır.” Ne ayıcıkla, ne tek taş yüzükle ne de zerzevatla ölçülebilir birşey değildir, olmamalı da zaten! Kapitalist sistemin bize dayattığı falan filan gibi bildiğimiz ve sık sık da duyduğumuz şeyleri tekrarlamaya da gerek duymuyorum bile… Ne aşkınızı ne de sevginizi herhangi eşya ile gösteremezsiniz. İçerisine aşkınızı katmadan verdiğiniz hiçbir hediyenin bir kıymeti yoktur. Düşünülmeden, sırf ‘sevinsin’ diye yapılmaz böyle incelikler.

Sabah senden önce uyanıp sana kahve hazırlayan, çalışırken yanına gelip dudağına bir bûse konduran, hasta olduğunda veya ona ihtiyacın olan her an yanında olan (uzak bir şehirde yaşasa bile)... İşte gerçek hediye bunlar aslında. Her anı ilk günkü heyecanla yaşatıp, senin mutluluğunla mutlu olan… Seni, olduğun gibi kabul edip, sonradan değiştirmeye çalışmayan…Kısacası seni ‘sen’ olarak seven…


Ve aşk; İstanbul gibidir… Ne onunla yapabilirsin, ne de onsuz. Ya seve seve, ya söve söve yaşarsın. Özlersin… ve özlemek için sevmen gerekmez bazen…