Fırsat
buldukça, tüm genellemelerden kaçmaya çalışıyorum. Bazen de, elimde olmadan tam
da içinde buluyorum kendimi. Genellemeleri ve bunu yapanları o kadar
eleştirirken hem de! “Genelleme yapanları genellikle sevmem!” desem; sonsuz bir
çelişkinin pimini çekmiş olurum. Zaten ‘sevmek’ eylemi de iki şekilde olmaz mı?
‘Sevmek’ ya da ‘sevmemek’ gibi. Kimi veya neyi seveceğinizi siz bilemezsiniz.
Birden bire, sevmeye başladığınızı anlarsınız. Hatta, onu bile bazen farkedemezsiniz.
Yoksa öyle değil mi?..
Cevapsız ‘ağrı’
Sevmek,
tek başına da gerçekleşebilen bir eylemdir. Cep telefonunuza gelen bir çağrıyı
cevaplamamak/cevaplayamamak gibi düşünün bunu. Sizi arayan kişiye cevap
verirseniz, karşılıklı bir diyaloğun içerisine girmiş olursunuz. Sevdiğinizde
de karşılık alabiliyorsanız, seviliyorsunuzdur. Bir defa sevmeye başlamışsanız,
o andan itibaren, sevme eyleminin boşluğunda kaybolmaya başlıyorsunuz zaten. Dediğim
gibi, sevme eylemi kendiliğinden gelişen ve sizin kontrol edemeyeceğiniz bir
duygudur. Karşılıklı olsun, ya da olmasın.
O çiçekleri yolmayın!..
“Seviyor,
sevmiyor, seviyor, sevmiyor…” Bunun sonu yok arkadaşım. O güzelim papatyaları
sırf fal bakmak için koparma. Yazıktır, günahtır. “Fala inanma, falsız da
kalma” demiş olabilir Atalarımız. “Git, papatyayı koparıp, paramparça et.”
demediler ki sana! Zaten kim uydurdu şu papatya fallarını, onu da bilmiyorum
ki. “Beni sevmeyeni, ben hiç sevmem.” Demiş başka Atalarımız da. Aynı ata mı biniyorlardı,
yoksa aynı dereden mi su içiyordu bu iki Ata, o bilinmez. Zaten falda da iki
ihtimal yok mudur? Ya o eylem gerçekleşecek, ya da gerçekleşmeyecektir.
Gerçekleşince, “Eyi be, bu fala inanmaya başladım ha!” deriz, olmayınca da
“Zaten hiç inanmam bu fallara, saçmalık.” Deyip durumu toparlamayı da
alışkanlık haline getirmişizdir çoktan.
Dipfrizde unutulan soğukkanlılık
Karşınızdaki
insandan soğuyup, uzaklaştığınızı hissettiğiniz zamanlar olmuştur mutlaka. Peki
bunu ne kadar rahat ve dürüstçe dile getirebiliyoruz? Sırf, yanlış anlaşılmamak
için yanlış anlaşıldığınız ne kadar talihsiz an’a şahit olmuşuzdur kimbilir?
Zaten sorun da bu değil mi? Akdeniz insanı olduğumuzdan, çoğu zaman soğukkanlılığımızı
‘dipfriz’de bırakıp sokağa çıkıyoruz. Tabi böyle olunca da, fazlasıyla alıngan
davranabiliyoruz. Özellikle de duygusal konularda. İlişkilerde farklı
nedenlerden dolayı, karşınızdaki insandan soğumak, uzaklaşmak veya zaman
aşımına uğramak bazen kaçınılmazdır. Bunu dürüstçe dile getirebilmek ise, deveye
rüzgar sörfü yaptırmakla eşdeğerdir. Bir ilişkide en temel olan unsur da
‘dürüstlük’ değil mi zaten? En başından, en sonuna kadar öyle (olmalı).
Sevmekten korkmayın, dürüst olamamaktan korkun. Sevmek, içgüdüseldir. Ancak dürüstlük,
vicdanidir. Üşenmeden, doya doya sevin; ama dürüstçe.
BU ARADA;
Benim şiirle olan bağımı güçlendiren, Umay Gedikoğlu yani
Umay Umay’ın ‘Cevapsız Ağrı’ kitabından bir şiire takıldı gözüm;
“Soluksuz öpüşmelerin
uyandırdığı oda,
tanıklık et bir
kalbin yeniden doğabilmek için,
kendini öldürüşüne;
ki bilmiyoruz hiçbir
şeyi; çocuklar gibi ölürken.”