24 Nisan 2016 Pazar

Z İ B İ L REALİTESİ

Zibil kelimesinin kökeninde ‘pislik, çöp, gübre vs.’ yatmaktadır. Yattığı yerden de kalkıp bir yere gitmeye niyeti yok sanırım. Yere çöp atmanın ‘ayıp’ olduğu toplumlarda, ‘ayıp’ kavramı ‘günah’ kavramı ile bir günlüğüne yer değişseydi, dünya daha yaşanır bir yer olur muydu sizce? ‘Ayıp’, ahlâkî bir kavramı temsil ederken; ‘günah’ daha dinî bir kavram gibi geliyor kulağa. Çoğunluğunun dinî inancı olan bir toplum için varsayım yapılacak olursa; din ile ahlâkın bir parça değil de, bir bütün olarak ele alınması gerekmez mi? Yoksa işimize geldiği gibi davranmak, daha mı kolay?

Biraz ‘Empati’
Geçtiğimiz hafta Alsancak’ta, benim de dahil olduğum bir etkinlik gerçekleşti. Kıbrıs Developments katkılarıyla gerçekleşen ‘16dört16’ isimli etkinlikle; yaşam alanlarının, sanat alanlarıyla birlikte nasıl kullanılabileceğini ilk kez deneyimleme şansına sahip olduk. Bu sergide, özellikle Harper Özbirim ve Sadaf Babazadeh’in ortak hazırladığı enstelasyonların hâlen etkisindeyim! ‘Kapital’ ve ‘Empati’ isimli iki farklı galeride sergilenen enstelasyonlarla verilmek istenen ortak mesaj; insanların çevre üzerindeki olumsuz etkileri konusunda ‘empati’ yaratıp, bunu biraz da rahatsız edici bir biçimde deneyimlemelerine olanak sağlamaktı. Çöplerle dolu bir salonun ortasına yerleştirilen oturma düzeni ile, gelen izleyicilerin kendi yaşam alanlarında çöplere ne kadar tahammül edebilecekleri sınandı. Tam da aslında ‘empati’ yapılması gereken bir konuydu!

‘Kapital’ isimli enstelasyonun vermek istediği mesaj ise; tamamen salona girdiğinizde kurgulanmış olan ışık-gölge oyunlarıyla, kendinizi tam da bu çevre bilinci ve sorumluluğunun ortasında buluyorsunuz. Sanırım her ikisini de ayrı ayrı yerinde görmek, sizin için çok daha açıklayıcı olacaktır.

Geleceği zibil etmeyin
‘Zibil etmek’ bir de ‘değersiz hâle getirmek’ anlamında kullanılıyor. Yeşil rengin giderek azaldığı ülkemizde; farklı sektörlerin ağaç katliamlarına ‘seyirci’ kalması veya bu filmde başrol oynuyor olmaları, birgün hiç ağacımızın kalmayacağını gösteriyor. Çevreyi temiz tutmak kadar, yeşil tutma konusunda da farkındalık sağlanmalı.


Hiç şüphesiz; bir toplumda, “Yerlere çöp atmayın!” uyarısının yazılı olduğu levhaların bulunması kadar rahatsız edici birşey yoktur. Kaldı ki; bu uyarıların yapılmasına rağmen, hiçbir değişikliğin olmaması ise, bir diğer üzücü unsur olmaya fazla fazla yetiyor zaten…

10 Nisan 2016 Pazar

SU İLE İNATLAŞ(MA)

Akarken günler önümüzdeki ‘lenger’e, bir an; lengerin altının delik olduğunu izlerken buluruz kendimizi… Akdıkça dolmaz o ‘lenger’ suyun boşa aktığını düşünürüz. Aslında ne suyu kapatabilirsiniz, ne de zamanı durdurabilirsiniz… Çeşme mi uzak size? Yoksa dizleriniz mi yara-bere içinde?...

Bu su hiç durmaz (mı?)
İşte onu diyorum! Zaman da böyle akıp gidiyor avuçlarımızdan. Hiç durmayacağını tahayyül ederken, bir gün o suyun bir daha akmayacağının da farkında olmak gerek. Ama kötü haber şu; o su bir gün duracak! Sen ister hergününü zindana çevir, istersen hergün mutlu geçsin ya da hiç birşey yapma farkemiyor. O su, birgün akmayacak.

H2O
Su; iki hidrojen ve bir oksijenden bir araya gelmektedir. O kısmı konuyla ilgili değil zaten. Yaşam için gerekli olan  ‘suya’ ölümde bile ihtiyaç duyuluyor. Hayatımızın aslında ne kadar da önemli bir yerinde, ama farkında değiliz… Öyle bir madde tahayyül edin ki; aktığı yerin rengini alıyor. Gökyüzünün mavisini ya da çamurun rengini taşıyor akarken… Bir yerde hayat verirken su, diğer yandan da boğabilir sizi. Hem yaşamı hem de ölümü nasıl da taşıyor içinde değil mi?...

Suyu değil, hayatı tutmaya çalış!

Madem akıyor ve tutamayacağının farkındasın, tutma o zaman. Bırak aksın zaman da, su da… Senle birlikte o suyun başında olanların kıymetini bil. Sarıl onlara sıkıca ve hiç bırakma! Bil ki; zamanın kıymetini oluşturan ‘bileşenler’ o kişiler. O su boşa akıyor diye üzülme, boşa akarken bile güzelliğe akıyordur… İsteseniz de, istemeseniz de…