19 Haziran 2016 Pazar

'TAHTADAN HAYALLER' I S L A N I R M I ?

Bana göre; bizim kuşağın en büyük şansıydı sokakta, kirin, pasın, çamurun içinde oyun oynamak… Gecenin bir vaktine dek, koşmaktan terleyen ve tabiri caizse ‘köpek leşine’ dönüşen üstümüz başımızla eve gelip, duşa girmeden yatağa girememe ritüelleri… Şimdi neyim var, neyim yok ver deseler; sırf bu anları bir kez tekrar yaşamak için verirdim. Hem de gözümü bile kırpmadan!

Kendinle ‘maytap geç’

Çocukken “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna “Pilot!” diye tereddüt etmeden cevap veren çocuklardan biriydim ben de. Hatta şimdi, esprisine de olsa kendime bu soruyu sordurup aynı cevabı veriyorum. ‘Maytap’ geçiyorum kendimle. Birçoğunuz yapıyor bunu belki de. Bir zamanlar ‘hayâl’ olan herşeye el sallarken bugün; belki bir tutam tebessüm oluşsun diye yüzümüzde, belki de üzerini örtmek için ‘gerçekleşmeyen hayâllerimizin’ geriye kalan cam kırıklarına basmadan yürümeye çalışıyoruz. Gülerek, tebessüm ederek ve geçiştirerek… Belki hayâlimdeki gibi ‘pilot’ olamadım, uçmayı Tanrı’nın hediye ettiği kuşlara özendim ömrüm boyunca ama; uçmayı istemekten bir gün bile vazgeçmedim.

Tahtadan uçak hiç uçar mı?

Önce sağdan soldan topladığım tahta parçalarını bir araya getirmeye başladım. Ne kadar sağlam tahta varsa, paslı çivilerini tek tek çıkarıp temizledim. Sonra elime aldığım kalemle, bir parça sigara kartonun üzerine çizdim ‘hayâlimi…’ Dedim ki; uçmaya buradan başlamak lazım! Paslı çivilerin elimde bıraktığı iz bulaştı kartona… Tahtalar, çiviler, çizim; herşey tam aklımdaki gibi olmuştu. Günlerce üzerinde zaman harcadığım uçak artık hazırdı! Haftasonu gelsin de; babamla gidip Beşparmak’lardan, yüksek bir yerden uçurayım istemiştim ‘hayâlimi…’

Ve o beklediğim gün gelmişti… Uçmayacağını bile bile, benimle birlikte taa oralara gelip, tahtadan yaptığım uçağı uçurtmak için yardım etmişti babam. Uçmayacağını bile bile… Rüzgâr neredeyse hiç yoktu. Uçurumun kenarına kadar koşarak geldim ve bıraktım boşluğa, günlerimi alan ‘hayâllerimi…’ Çok gitmeden yere doğru çakılan uçağımın ardından bakakalmıştım. Birkaç dakika uçurumdan aşağı baktıktan sonra; “Hade gidelim, daha iyi bir uçak yaparık bu defaya…” demişti babam.


Üzerinden yıllar geçti… Ne zaman uçmak istesem şimdi; hayâllerin, kanatlarla ilgili olmadığını daha iyi anlıyorum. Çünkü uçmayı seviyorum. Günün sonunda yere çakılacak olsam da…

5 Haziran 2016 Pazar

G Ö L G E D E K İ İNİLTİ


Hiç aklında yokken gelir aslında ‘gelecek’… Gelecek olan herşeye açık olmak; gidecek olanları selamlamak ve kalacak olanlarla devam etmek… Herşey; bir ‘-ecek/-acak’ hesaplaşması. Arkana yaslanıp, açıyorsun hayatının filmini; akıp giderken kum saati…

Geleceği oluştururken; geçmişe bağlı kalmış ruhlarımızın zincirlerini sıkıca elimizde tutmaktan açıldı aslında onca yara… Onca üzeri kabuk bağlamaya çalışan ve kanadıkça kanayan yara… Özgür bırak ruhunun zincirlerini ve dön sırtını yalnızlığa. Ne kadar tedavülden kaldırdığın kelime varsa; bırak mazgallardan aşağıya… Karanlığa ve sonsuzluğa… Bunu yapmak imkânsız gibi geldiğinde; gölgede kalıyor her bir inilti… Yetim kalan sözcükler ise tamamlıyor geleceği…

Acıma ve acı duyma!

Dökmeye çalışırken kelimeleri, mazgalların arasına sıkışıyor baş parmağınla işaret parmağın. Diğer elin müdahalesi ile üçüncü parmak da sıkışıp kalıyor pas tutmuş mazgalın parmaklıklarına… Bırakmaya çalıştıkça; ilk önce diğer parmaklar, ardından eller sıkışıyor ve kurtarmaya çalışırken sağ eli, kırılıyor bir zeytin ağacının çürük dalları gibi teker teker tüm parmaklar. Kırılan sağ ele bakıyor ve korkuyor kırılan diğer tüm uzuvlar… Korkarak öğreniyor gölgedeki uzuvlar ‘acı’yı. Ardından ‘acımadan’ kırılmayı ve öğrenmeyi… Acımadan ve acı duymadan!

Kırıla kırıla gül, tüm kırıklara!

Kırılan parmakların acısı geçmeden, gelir şifâsı… Bu hep böyledir. Ne kadar kırılırsa kırılsın, iyileşecektir. Kırıldığıyla kalan uzuvlar, zamana meydan okuyacak ve daha da güçlü olacaktır. Kırıldığını unutmadan, yoluna devam edecek ve karşısına çıkan her kırığa; gülecektir ‘kırıla kırıla…’

Bir Cemal Süreya şiiri ise, dökecektir kırıkların ilk alçısını…

“…Biz kırıldık, daha da kırılırız.
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü,
hırsız da bilmiyor çaldığını.
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz…”