Nefes almaya
başladığınız andan itibaren, hep bir seçim yapmakla geçer hayatınız. Maruz
kaldığınız ikilemlerle inatlaşarak ya da el sıkışarak… Ya, iyilerin içerisinden
bir seçim yapmanız gerekir, ya da kötülerin arasındaki ‘en iyi’den. Tercih
yapmamak bile bir tercihtir aslında. Mesela “yeğlemek” yerine “tercih etmek”
fiilini kullanmak gibi. Örneğin, “seçim” de bir tercihtir. Seçmemek de öyle.
Peki, hep bir tercih yapmak söz konusu ise, kayıtsız kalabilmek mümkün müdür?
İstediğimiz soru(n)dan başlayabilir miyiz?
Kimi zaman,
menfaatler doğrultusunda bir seçim yapılır. En büyük sorun bizim için neyse,
onu ortadan kaldırmaya veya etkisini azaltmaya uğraşmaktır tercih yapmak.
“Gitmek” veya “kalmak” gibi. Örneğin, zaman zaman yaşadığımız “Politik”
hayalkırıklıkları sonrasında, ülke değiştirmeyi isteyip ama gidememek gibi.
Çünkü, şikayet etmek gitmeye yetmez. Gitmek için, kararlı olmak önemlidir.
Yani, icraattan haber ver…
Her seçiş, bir vazgeçiştir
Şüphesiz, tarihe kazınmış birçok aforizma vardır. Bunlardan
biri de, ünlü Fransız yazar Jean Paul Sartre’nin en önemli sözlerinden biri: “Her seçiş, bir vazgeçiştir.” Kendisine
lâyık görülen Nobel Ödülü’nü şu sözlerle reddetmişti: “Yazar
kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye
dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: Ben iki kültürün barış
içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var
ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim halde sosyalist oldum. Sempatim ondan
yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem.”
Özgürlük; seçim değil; bir haktır
İçi yarıya kadar su
dolu bir kaba, atılan taş neticesinde; suyun dışarı çıkan kısmı ile kabın
içerisinde kalan su arasında bir tercih söz konusu olamaz. Sonuca bakıldığında,
kabın dışına çıkan da su, kabın içinde kalan da. Burada edilgen bir eylemden
söz etmek mümkündür. Sizi, yol ayrımında taşlı yola süren de, asfalt yolu sunan
da hayattır. Bu durumda “seçim” yapmakta “özgür” değil misiniz? Yoksa size
dayatılan seçeneklerin mi hayatınızı şekillendirmesine izin veriyorsunuz?
Yahut, kayıtsız kalıp, bir edilgen beklenti içinde mi yaşlanıyorsunuz? Bu
noktada bilinmesi gereken en önemli detay ise, özgürlüğün sizin seçiminizden
çok, hakkınız olduğudur.
“İyi” olmak mı, “saf” kalabilmek mi?
Hangisi mümkün ki?
“Salt” iyi olabilmek, karşılık beklemeden öyle olabilmek diye birşey var mı?
Peki bu, bir tercih midir? Yoksa, gündelik yaşantının içindeki 100 metre
engelli koşusunun bir getirisi midir? “İyi” olma gayreti, “saf kalamamanın”
getirdiği bir durumsa eğer, dünyaya gözünüzü açtığınız saniyeden itibaren
ciğerlerinize dolan oksijenin bile, bunda bir parmağı var demektir. İşte, o andan itibaren alacağınız her karar,
her seçim, vs.toplumdaki “sizi” oluşturacaktır. “Her koyun, kendi bacağından asılır.” Sözü de zaten bu durumu
özetler nitelikte değil midir? Kendi seçiminizi yapın, başkalarınınkini değil.
Çünkü, herkes kendi hayatını yaşar, bir ötekininkini değil. Seçim, “iyilerin”
seçimi olsun…
BU ARADA;
İstanbul’daki bir sahafta, tozlu ve rutubetli raflar
arasında, kendimi kaybederek arayıp bulduğum, bir Cemal Süreya klasiği olan
“Sevda Sözleri” kitabının ucu yırtık sayfasından sizin için seçtim:
“Özgürlüğün geldiği gün,
O gün ölmek yasak!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder