Hiç bitmeyecek gibi gelmişti o sıcaklar değil mi? Tabirî
caizse ‘gabirgas’ olan tenimizin güneşin sıcaklığına artık uzak olabileceğini
hiç aklımıza getiremedik! Nasıl sıcak ettiyse! Temmuz ayı içerisinde en sıcak
olan bir haftayı evde geçirip, doğal sauna yönteminin keşfi ile ne denli mutlu
olduğumu söylesem yeridir (!) Ama artık o geldi! Eylül… İnanması güç ama
takvime defalarca bakıyorum. Şaşkın bakışlarıyla oradan bana bakıyor! O bile
nasıl şaşırdıysa bu işe…
Eylül azmi
Takvimdeki dokuzuncu ay sayfası, artık sana yılın bitiyor
olduğunu simgelemektedir. 1 Ocak itibariyle yaptığın planlar ve kurduğun
hayallerin sonlarına yaklaşıyorsun! Listen hâlen kabarık mı? Yoksa çoğu
hayalini bulutların beyazlığına bırakmayı başarabildin mi? Gözün arkada mı,
yoksa bir sonraki Ocak ayı için yapacağın listeyi mi hazırlamaya başladın? Bu
arada sevdin mi hiç? Yoksa taş kalbini bahane ettiğin sevgisizliğin seni
öldürmesini mi bekliyorsun, çaresizce?..
Sevmeyelim de, taşa mı dönelim?
Tatlı bir Eylül serinliğinin eşlik ettiği bir akşamda gördüğüm
bir duvar yazısı karşıladı, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarın üzerinde beni…
Sezen Aksu’nun efsanevi şarkısının sözleriydi, rüzgardan savrulan birkaç yaprakla
birlikte önüme düşen… “Sevmeyelim de, taşa mı dönelim?..” İşte sonbaharın
hissettirdikleri… Yaz gibi, ama değil. Kış kadar karanlık, ama hayır yine
değil. Gündüz giydiklerinin, üzerinde yetersiz kaldığı gecelerdir Eylül. Üşüdüğün,
ama titremediğin. Dostlarınla balkonda oturduğun ve sıcak bir fincan çayın size
eşlik ettiği geceler gibi… Sevgilinle birşeyler içmek için gittiğin Büyük Han’a
yürürken, yolda ona sarıldığında hissettiğin sıcaklık gibi mesela… Girne’nin dalgalı
denizini birlikte izlerken, uzaktan bakıp elindeki taşları, en derine ve
bilinmeze savururken… Bir daha asla sana ait olmayacak bakışları arasında
kaybolurken Akdeniz, elindeki son taşı ona azimle savururken anlarsın; Eylül bir
başkadır.
Bu arada; gel bir çay içelim, sonra gidersin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder